2 Aralık 2022

Bu yazıma şu tweetim ile başlamak istiyorum:

 

 

 

 

İşte ana formül bu aslında benim gözümde.

Peki toplumda genelde karşımızdakine saldırırken kullanılan “ haddini aşma” cümlesindeki had kelimesinin sözlük anlamını inceleyerek başlayalım isterseniz:

“Had: Sınır, uç. “ anlamına gelen bir kelimedir. Peki “haddini aşmak” kavramının zıttının aslında “ mütevazi olmak” olduğunu biliyor musunuz?

Anlatmak istediklerimin tam olarak anlaşılması için önce bu kelimelerin anlamlarını aktarmak istedim sizlere.

Şimdi gelelim esas konumuza, neden her rüzgar beni yolumdan saptırıyor sorusuna yani… Genelde insanlar kendilerini tam olarak tanımadığı için, had çizgisinin tam olarak ne olduğunu bilmediği için, yarım bilgi ile yaşıyorlar hayatlarını. Çoğunlukla varsayımlar üzerine kurulu bir hayattan bahsediyoruz yani.

Ben inanıyorum bunu başarırım, ben inanıyorum bu sefer olacak… Ya da ya nasıl olur da bu gelir başıma? Allah’ım ben ne günah işledim de bunlar geldi başıma? Ben sana ne yaptım da sen beni sırtımdan bıçakladın? Cümlelerini hayatımızda çok kullanıyoruz değil mi?

Cevapları duyar gibiyim… 😊

Peki size şunu soracağım:
“Hiç çay içerken bu cümleleri kullandınız mı? Yani ben inanıyorum bu çayı demleyebileceğim, inanıyorum bir yerime zarar gelmeden bu çayı içebileceğim.” dediğiniz oldu mu hiç hayatınızda kendinize?

Peki neden çay içerken bu inanç ve varsayım dolu cümleleri kullanmıyoruz? Çünkü çay ile alakalı değişken bilgilerin hepsine sahibiz. Çayın nasıl demleneceğini biliyoruz, çayın sıcak olduğunu biliyoruz, bardağı tutarken dikkatli olmazsak elimizin yanacağını, bir anda fondip yapmaya kalkarsak da ağzımızın ve de yemek borumuzun yanacağını biliyoruz. Ve de tüm bunları bildiğimiz için çayı içerken zarar görmemek için nasıl davranacağımızı biliyoruz. Bu kadar çok şeyi bilince de, hiç çayı içtikten sonra duygularınızın devreye girip çok sevindiğinizi gördünüz mü? Allah’ım sana şükürler olsun deyip sevindiğinizi ya da Allah’ım şu çayı içebilirsem kurban keseceğim gibi adaklarda bulunduğunuzu hatırlıyor musunuz hiç?

Olmadığını hepimiz biliyoruz tabi ki.

İşte çay içme konusunda bunları yaşamamamızın ana nedeni;

1. Çayın ne olduğunu biliyoruz
2. Ne için içmemiz gerektiğini biliyoruz
3. Nasıl içeceğimizi biliyoruz
4. Bir kaza olur da üstümüze dökülürse neler yapmamız gerektiğini biliyoruz
5. Vücudumuzun haddini biliyoruz aslında. Ne olursa canımız yanar, ne olursa zarar
görmeden haz alır noktasında.

İşte aslında formül burada yatıyor.

Acaba hayatınızda hangi alanlarda çay içme konusundaki kadar kendimizi tanıyoruz, yaptığımız veya yapacağımız şeyin ne olduğuna hakimiz? Hayatımızda hangi alanlarımızda çay içerken ki rahatlığa sahibiz hangi alanlarda siste araba sürmek gibi tedirginiz?

Hangi alanlarda mütevaziyiz, hangi alanlarda haddimizin üstündeyiz?

İşte asıl mesele bizim bu soruların cevaplarına ulaşabilmemizde.

Ancak bu cevaplara ulaştıktan sonra, var olan rüzgarların sizi yolunuzdan saptırmayacağı kadar sağlam temeller üzerine kurabiliyorsunuz hayatınızı. Ve de bu şekilde sağlam temellere kurulmuş bir bina etkilenmiyor rüzgardan.

Bunun aksi durumun benim gördüğüm en güzel örneği İtalya’daki Pisa kulesidir aslında. Mühendislik hatası olan bir binanın, ağırlık merkezinin o bölgede yaşanan ekstra faktörler ile birleşerek bina temelinin dışına kaymasından dolayı eğilmiş bir bina. Neysi ki bina yıkılmadan farkına varıp, ters kuvvet uygulayacak halatlar ile yana devrilmesi engellenmiş ve de dünyada nadir bir örnek olarak turistik bir bina haline gelmiş bir yapıdır.

Ama şunu düşünün, bir mühendislik hatasının bu yaşananlardan sonra bir şekilde hayatta kalıp, dünyaca meşhur olma ihtimali kaçta kaçtır acaba? Bir piyango çıkma ihtimalinden daha mı yüksektir, daha mı düşüktür?

Pisa kulesini düşünecek olursak, haddini aşmış bir yapının milyarda bir de olsa bu üne sahip olma ihtimali her zaman vardır. Yani haddini aşmış bir durumun illa başarısızlık ile sonuçlanacağına anlamına gelmez. Ama tek bir anlama her zaman gelir; Amacından sapmış olması anlamına…

İşte insanlar olarak genelde bizler de bu veya benzeri durumları yaşıyoruz. Kendimizi tanımadan, bilmeden, yarım yamalak bilgiler ile varsayımlar üzerine, inançlar üzerine bir temel inşa ediyoruz. Sonra başlıyoruz binayı yapmaya.

Sonra bir rüzgar çıkıyor, yıkılmamak için rüzgar yönüne hareket etmeye başlıyoruz, binamızı kurtarıyoruz o an için. Sonra yine aynı şeyler…

Ve de Amerika’ya gitmek için çıktığımız yolda, bir bakıyoruz ki fırtınalar bizi belki de Avusturalya’ya getirmiş. Eğer geldiğimiz bu noktayı hiç beğenmiyorsak, kaderi suçluyoruz, fırtınayı suçluyoruz, bu fırtınada bize limanını açmayan kişileri suçluyoruz. Ama bir tek şeyi yapmıyoruz; “ Haddimizi nerede aştıkta biz yolumuzdan saptık diye deşifre etmiyoruz. Çoğu zaman da kolayımıza geldiği için de Avusturalya’nın ne kadar güzel ve de asıl istediğimiz yerin bu olduğunu önce kendimize, sonra da etrafımızdaki insanlara inandırmaya çalışıyoruz.

Bunu yaparken de Amerika’yı kötüleyerek yapmaya çalışıyoruz çoğu zamanda. Anlık olarak söndürüyor yangınımızı bu yol. Bu durum bize başarısız olduğumuzu, rüzgarda savrulacak kadar güçsüz ve yetersiz olduğumuzu unutturuyor. Beynimizin otomatik pilotu da her zaman ilk fırsatta konfor alanına yani güvenli bölgeye dönme noktasında kodlandığı için bu varsayımlarımızın gerçek olduğuna inandırıyor bizi ve de bu saatten sonra gerçeklerimiz buymuş gibi yaşamaya kalkıyoruz.

Kim gelip de bize gerçeklerin aslında bu olmadığını hatırlatacak olsa, saldırıyoruz, uzaklaşıyoruz o kişiden. Çünkü beynimizin duymak istedikleri o gerçekler değil. Duymak istediklerimiz, inandığımız, varsaydığımız bu şeylerin doğru olduğudur sadece. İşte bu şekilde bir temel üzerine kurulmuş bir hayatta, rüzgarların büyüklüğü ve yönü belirliyor bizim ulaşacağımız ana noktaları.

Hasbelkader vardığımız yer de toplumun gözünde başarılı bir konum ise, burada aldığımız alkışların hepsini hak ederek elde ettiğimize inanıp, kendimizi doğru insan olarak konumlamaya başlayıp, doğru zannettiğimiz ezber bilgiler ile mentorluk yapmaya kalkıyoruz insanlara, yön göstermeye kalkıyoruz.

Bu durumu yaşayan bireylerin en büyük göstergesi, yalnız kalma korkularıdır aslında. Çünkü bir insan kendi ile her yalnız kaldığında, beyninin bir kısmı sorgular tüm gerçeklerini. Ve de eğer bu şekildeyse durumlarınız bu sorgulama çok can yakar. Bu can acısından kaçmak içinde hep varsayımlarımızın doğru olduğunu zannettirecek verilere ihtiyacımız olur. Alkışlanmak, takdir görmek vs vs.

Peki tüm bu anlattıklarım ardına, evet ben rüzgarlara karşı direnebilen, koyduğu hedeflere doğru yol alabilen biri olmak istiyorum ama had çizgimi nasıl keşfedeceğimi bilmiyorum, bunun için ne yapmalıyım diyorsanız;

Aslında bu seçimlerin ilk adımları belli. Öncelikle bu yukarıdaki sorgulamaları yaptıktan sonra geldiğiniz konumu, bulunduğunuz yeri incelediğinizde, gerçekten hayatınızın geri kalan zamanı için bu sistemi değiştirmeye ihtiyacınız olup olmadığını sorgulamak olmalı. Anlık motivasyonlarla düzelebilecek bir şey değil çünkü bu. Bu yolda gerekirse var olan binanızı kentsel dönüşüme sokup, yıkıp yeniden yapmak yatacak. İşte tüm bunlara katlanacak gerçek sebepleriniz olup olmadığına bakmak olmalı birinci adımı.

Eğer bunun ardına gerçek nedenlere sahipseniz, artık beyniniz her baktığı yerde bunun cevabını arar olacak. Belki kolay olmayacak cevabı bulması ama bu neden sizin pes etmenizi engelleyecek.

Sonra şuna bakacaksınız, “ Aynı şeyleri yapıp da farklı sonuç beklemek aptallıktır.” demiş Einstein. Ben nerelerden aptallık yapıyorum bunu deşifre edeceksiniz. Ve de bu alanlarda farklı şeyler denemeye başlayacaksınız ve de artık farklı bir gözle. Ve de bu yolda size ilham verecek örnekleri görmeye başlayacaksınız hayatınızda.

Ve de bu yazıma şu tweetim ile son vermek isterim:

 

 

 

 

 

Siz yeter ki önce problemlerinizi fark edin.

Bazen siz bulabilirsiniz çözüm yolunu, bazen ortada problem olduğunu kanıtladığınız bir uzman yol gösterir size.

İkisinden biri olmasa bile huzurla ölürsünüz yaşamınızın sonunda, elinizden gelen her şeyi yaptığınız için…

Oğuzhan Ogan GÜNEŞ
27 Kasım 2022 Pazar
Saat: 21:15