24 Nisan 2019
Röportaj ve Yazar: Odin Enes Özlen

QNB Finansbak desteği ile hayata geçen ve ilk dönem girişimlerini seçen Fincube hızlandırma merkezi yöneticisi Özge ÖZ ile samimi ve detaylı bir sohbet gerçekleştirdik.

Keyifli okumalar…

Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Daha önce girişimcilikle ilgili herhangi bir iştirakte bulunmuş muydunuz? Fincube ile yolunuz nasıl kesişti?

Çok geriye gitmeyeyim. 2008 Sabancı mezunuyum. Mezun olduktan sonra kısa bir dönem bazı kurumsal şirketlere başvurdum ama olmadı. İyi ki de olmamış diyorum şimdilerde.

Sonradan bir arkadaşımın önerisiyle Kanada’ya gitmeye karar verdim. 10 ay kadar orda kaldım, bir dil okuluna yazılmıştım. Belki bilirsin EA Sports’un merkezi Vancouver’da. FIFA oradan çıkıyor. Belki orada çalışırım diye düşünüyordum. Sene 2009’dan bahsediyorum.

Sonrasında ülkeye geri döndüm, öyle veya böyle tutunamadım. Döndüm ama hemen kurumsal bir hayata girmek istemiyordum. Kendi işimi kurmak istedim. Zaten bizim sülalede biraz girişimcilik ruhu var, ticaretle uğraşıyorlar. En yakın dostumla bir girişim kurduk. On tane yapılmaması gereken hata vardır girişimcilikte, biz dokuzunu falan yaptık. Birinci hata iyi bir takım kurmamaktı, birbirini tamamlamayan iki kurucu ortaktık. İkimizde aynı meziyetlere sahip iki kişiydik. İyi arkadaşız ama iyi bir takım değildik.

Özetle ne yapmaya çalışıyorduk; Restoranlara, otellere tablet koyalım insanlar siparişlerini kendileri versin, konsiyerj hizmetlerini kendileri alsın dedik. Daha iPad yeni çıkmış, biz Çin’e gidiyoruz tablet yaptırmaya. Bir buçuk yıl kadar baya uğraştık. Hatta Point Hotel’e tabletleri koyduk. Otelin sahibi tanıdıktı, onun oğluna fikri anlattık ve PoC için koyduk ürünleri. Böyle bir iki satışımız oldu ama yürütemedik. Zaten yazılımcımız olmadığı için outsource çalıştığımız bir firma vardı. Bu yöntemin ne kadar büyük bir yanlış olduğunu çok iyi tecrübe ettim. O yüzden de bunu girişimcilere sürekli söylüyorum teknik kısımları outsource etmeyin diye.

Sonra bir yerde havlu attık. Daha erken atabilirdik, öğrendiğim önemli şeylerden biri de daha çabuk hızlı deneyip yalın kafayla test edip validasyon yapıp, validasyon yapamadığın noktada ya pivot etmek ya da farklı bir yola devam etmek oldu. Biz hiçbir validasyon yapmadan hiç yalın girişimcilikle alakamız olmayan bir şekilde önce ürünü üretmeye çalıştık sonra restoranlara, otellere gittik. Öyle bir pazar olmadığını da gördük. Hala da olmadığını görüyoruz.

Neyse sonrasında kısa dönem askerliği yaptım geldim. Artık para da kazanmam gerekiyordu, nişanlanmıştım. O dönem fuarcılık sektöründe çok kısa çalıştım CNR’da. Yine bir arkadaşımın tavsiyesiyle İş Bankası’na girdim. Hiç bankacılıkla alakam yoktu, hiç düşünmezdim de. Ama alternatif dağıtım kanallarında başladım, yeni adıyla dijital bankacılık bölümünde. Ben girerken zaten bu girişimcilik maceramdan bahsederek girmiştim.

Uzman olarak girdim bankaya ve ilk günden itibaren hep teknolojiyle alakalı işler yaptım İş Bankası’nda. En büyük kırılma noktası ise bizim bankanın bir dijital dönüşüm projesi başladı ve ben dijital dönüşüm projesinin en merkezi, çekirdek ekibindeki birisi oldum. Üstelik junior pozisyonunda olmama rağmen. Ben bu çekirdek ekibin içinde olunca hem kendimi gösterebilme hem de fikirlerimi en üst düzeyde aktarabilme anlatabilme şansı buldum. Sonrasında bir buçuk yıl kadar süren bir proje başladı ve bir inovasyon ekibi kuruldu. Ben de dört kişiden oluşan bu inovasyon ekibinde yer aldım.

Bu ekibin iki tane temel görevi vardı: kurum içi inovasyon kültürünü yeşert, kurum dışı inovatif firmalarla / startuplarla ilişki geliştir, iş birliği yap. Startup maceramdan dolayı ben de bu ekosistemle çok ilgiliydim zaten. Startuplara olan ilgim merakım iyice arttı ve globali, yereli, başaranı, başaramayanları takip etmeye çok okumaya, izlemeye başladım. Bugün de geçerli bu durum, sürekli bu tarz içerikler tüketiyorum. Aslında şu anda hobimden para kazanıyorum, böyle bir şansım var.

Bu ekip kurulduktan sonra yaptığımız önemli işlerden ilki inovasyon ofisimizi Kolektif House’da kurmak oldu. Dolayısıyla İş Bankası çalışanı olarak Kolektif House’da  çalışmaya başladık. Orada startuplarla işbirliği ve ilişkiler geliştirdik. Önemli projeler yaptık ve bu, üst düzey yönetimde daha büyük inanç ve takdir sağladı.

Sonra ekosistemle angajman seviyemizi büyüttük ve Workup’ı kurduk. Hackquarters, Ömer Abi ve Kolektif House’la beraber kurduk bu programı. Workup’ın ilk dönemini yaptık ve sonrasında ING’ye transfer oldum. ING Orange Lab’de startuplarla iş birliği, ilişki geliştirme çalışmaları, etkinlikler vs. yapmaya başladım.

Aralık itibariyle de Finansbank Fincube’e başladım. Son iki işimde transfer edildim ama bunun da olmasını sağlayan şey geliştirdiğim iş ilişkileri ve networkdü. Bunu her zaman gençlere söylüyorum. Network hayatın her alanında çok önemli katkılar sağlıyor.

Fincube’te göreviniz tam olarak ne?

Benim buradaki asıl görevim hızlandırma programını yönetmek. Banka içi ve grup şirketleri için de tasarladığımız fikir yarışması ve bu fikirlerin hayata geçirilmesi gibi bir sorumluluğumuz var. Kurum içi girişimcilik yani. Oraya da destek veriyorum Ama dediğim gib asıl mesaim buraya seçtiğimiz 8 startupla ilgilenmek. Onların büyümelerine yardımcı olmaya çalışmak.

Fincube’de hangi alanlarda çalışıyorsunuz ve kuluçka merkezinin detaylarını biraz daha açıklayabilir misiniz?

Fincube’ün üç tane işi var. Bir, dediğim gibi fikir kampını tasarladık ve hayata geçirdik, yakın zamanda finalini yaptık. Finalist fikirler üst düzey yöneticilere sunuldu ve inşallah en az 4 tanesi hayata geçecek önümüzdeki dönemde.

İki: 12 kişilik bir ekibiz Fincube’de. Çeşitli formasyonlardan gelen insanlar var; datacı var, yazılımcı var, iş geliştirmeci, ürün yöneticisi var. Bankanın yeni ürünlerini ortaya çıkarmak için çalışan inovatif ekip gibi, yani yeni Enparaları çıkarmaya çalışıyoruz gibi düşünebiliriz. Hatta yakın bir zamanda müşterilere açacağımız güzel böyle heyecanlı bir ürün de var.

Üç, dediğim gibi Fincube hızlandırma programı. Tabii bu hızlandırma programının dışında da startuplarla aynı ING ve İş Bankası’nda olduğu gibi iş geliştirme anlamında da sürekli temastayım. Bankanın gerek ilgili birimleriyle onları birleştirip, tanıştırıp acaba birlikte bir şeyler geliştirebilir miyiz diye sürekli kovalıyorum..

Hem hızlandırıcı hem de kuluçka merkezine benzer özelliklerimiz var. Misal hisse istemiyoruz, yatırım yapmıyoruz (şimdilik ) ama kuluçka merkezi kadar uzun dönemli değiliz. Çok çok erken aşamaya da konsantre değiliz. Her ne kadar fikir aşamasında da programımıza kabul etsek de insanları. Hızlandırıcıya daha çok benziyoruz. Hızlandırıcı olmasının sebebi işte dediğim gibi belli bir dönemde yapıyoruz 1+ 3 toplam 4 ay. Sonucunda bir Demo Day olacak. Yatırımcılarla girişimleri buluşturacağız. Mentorlük ağımız var; banka içinden ve dışından 72 mentorümuz var. Hepsi de sağ olsun gönüllük esasıyla startuplara özellikle ilk ayda yoğun mentörlük sağladı. Ekip başına 5.000$’lık bir katkımız var. Hisse istemeden. Bunu ilk bir ayı dolduranlara yapıyoruz ki bu dönemki 8’in 8’i de doldurdu. Bu ilk 1 ayı test gibi düşün.

Aynı zamanda iş ortaklarımız var. Salesforce da buna dahil, Amazon da bir startup olan Masraf da buna dahil, Türk girişimcinin kurduğu globalde başarı yakalamış MobileAction da buna dahil. Tüm iş ortaklarımız bizim startuplara özel indirimler sunuyor ve bu indirimlere de ilk bir aydan sonra hak kazanıyorlar. Dünyada birçok hızlandırıcının yaptığı bir şey bizim keşfettiğimiz de bir şey değil ama açıkçası Türkiye’de bu kadar geniş çaplı bir iş ortağı kurgulamış bir hızlandırıcı bilmiyorum.

Bu noktada şunu sormak istiyorum: sizi Türkiye’deki diğer kuluçka ya da hızlandırıcılardan ayıran temel özellikler neler ve girişimciler neden sizi tercih etsinler?

Bizim en büyük farkımız ve çok gurur duyduğumuz farkımız: Bankamızın genel müdürü dahil 8 tane C-level yöneticimiz her bir startupla eşleşmiş durumda. Haftada minimum yarım saat görüşme gerçekleştiriyorlar. Ne oluyor bu görüşmelerde: Hem banka desteği hem kişisel network desteği hem de birlikte iş yapabilme potansiyelini çok ciddi bir şekilde geliştirme imkânı görüşülüyor. Şu an bu startuplardan kimisi biraz daha ileri noktada, kimisi biraz daha geri noktada, güzel iş birlikleri kovalıyoruz. Genelde kurumsal yapı içinde kurgulanan bu tarz programlarda bir en başta görüşülür bir de en sonda görüşülür. Bizde ise sürekli bu durum. Bu, bizim en açık ara farkımız. Bu parayla alınabilecek ya da çok rahat kopyalanabilecek bir şey değil.

Tabii ki ofis sağlıyoruz ama bizden çok daha güzel ofisleri olan yerler de var. Başkaları daha fazla hibe de veriyor. Bu nokta bizim çok fark yarattığımız bir yer değil. Bizim girişimlerimiz arasında başka programlara girip çıkmış arkadaşlarımız da var, ilk kez burada bir programa katılan da var. Sağ olsunlar bizi kırmamak için mi söylüyorlar bilmiyorum ama söyledikleri hep buradaki desteğin çok farklı bir noktada olduğu . İnşallah somut sonuçlarını da sağlıyor olacağız. Yani QNB Finansbank’ın ciddi anlamda bir desteği var bu işe. PR odaklı bakılan bir iş asla değil.

Yani sözde değil özde bir anlayış benimsiyorsunuz. Girişimciler bu yüzden mi sizi tercih etmeli?

Bence öyle, neden: Hisse istemiyoruz, para veriyoruz, mentorlük ağı sağlıyoruz, ofis veriyoruz, banka yönetiminin desteğini sağlıyoruz. Her hafta yaptığımız, eğitimler oluyor. Teknik danışmanlıklar da var… Daha ne olsun 😛

Peki girişimleri seçerken önemsediğiniz kıstaslar neler? Süreç nasıl işliyor ve örneğin başvurular hep açık mı?

Şöyle; başvurular hep açık değil, mesela şu anda kapalı. İkinci dönem Haziran’daki Demo Day’den sonra Temmuz gibi başlayacak. O zaman tekrar açılacak. Neye göre seçtiğimize gelirsek: ürünü hayata geçirecek bir takımın varlığından emin olmamız gerekiyor. Ne olursan ol gel diyemiyoruz ama ilk dönemimizde fikir aşamasında da bir girişim aldık. Fakat takımları çok güçlüydü, Hatta fikir aşamasında olmasına rağmen melek yatırım aldılar. Dolayısıyla burada etkileyici bir takım ve vizyon vardı Önemli bir kıstasımız da finale gelebilen girişimlerin bankayla bir şekilde iş birliği yapabilecek girişimler olabilmesi. Şöyle düşünmemek lazım bankanın her türlü müşterisi var, her yapılan işin karşılığı vardır bankada. Daha somut ve anlamlı iş birlikleri yapabileceğimiz startupları seçmeye çalıştık. Takip edenler bilir, seçtiğimiz 8 startupın hepsi fintech değil ama bankayla bir iş geliştirebilme potansiyeli olan projeler.

Tabii klasik bir online çağrı ile aldık başvuruları. Başvuru sonucunda potansiyel gördüklerimizi davet ettik. Ayrıca tanıştık Fincube olarak. Bizi ikna edenlerin, etkilendiklerimizin üst düzey yöneticilerimize ve hatta yönetim kurulu başkanımız ve aynı zamanda GBA meleği olan Ömer Aras’ın da bulunduğu bir ortamda sunum yapmalarını sağladık. O jüriye karşı sunum yapanlardan da 8 tanesini seçtik. Böylece daha startuplar içeriye kabul edilirken üst düzey yöneticilerin onayını ve beğenisini kazandılar. Eşleştirme yaparken de yöneticilerimiz beğendikleri startupla eşleşmek istediler. Böylelikle doğal bir “match” oluştu. Bu bizim için çok önemli bir kazanım oldu.

Dolayısıyla online başvuru, sonra ekipçe tanışma -tabii herkesle değil- sonra finalist ekiplerin seçimi ve o ekiplerin sunumu şeklinde süreci özetleyebiliriz. Sunum günü 6 Şubat’taydı ve 11 Şubat’ta 8 startup programa resmi olarak başladı.

Ülkemizdeki ekonomik durumun gelecekte ekosisteme nasıl bir etkisi olacak?

Bence en büyük etkisi girişimcilerin artık daha fazla global düşünmesine neden olacak çünkü kur farkı daha da avantaj sağlıyor. Ee tabi bunun doğal sonucu da beyin göçü daha da hızlanacak. Oralarda müşterilerim var, oralara ofis kurmak lazım diyecek ve bu insanlar gitmeye başlayacak. Yani ekonomik gerilemenin ekosisteme önce bir faydası olacak gibi ama o insanları kaybetmeye başladıkça, yani geri dönmezlerse kazanım azalacak. İnsanların örnek alacakları o girişimcilerin ülkeye bir şekilde yatırımcı / mentor veya farklı bir yolla “geri vermesi” şart.

Sizce ülkemizde girişimci veya yatırımcı eksiği var mı?

Bu iş Amerika’da başlamış, 50-60 yıl önce. Silikon Vadisi’nin tarihini okuyan kişi işin öyle 10 yılda kurulmadığını bilir. Kritik konu şu; Amerika’daki herhangi bir doktor, bir arkadaşının Stanford’lı çocuğuna 40.000$ yatırım yaparak 4 yıl sonra o iş Google’a satıldığında 2.000.000$ kazandı ve bunu anlattı. Sonra başka doktor arkadaşı da girdi ekosisteme, melek yatırımcı olarak yani.

Bizim ülkemizde böyle hikayeler pek yok. Bu işlerden zenginleşen çok az. Mesela bu sene Amerika ve Vadi için kritik bir sene. Lyft IPO yaptı, Uber IPO için adımını attı, Slack yapacak, Pinterest yaptı. Yeni zenginler çıkacak. Zamanında Uber’e 50.000$ ile girmiş olan adam atıyorum 16.000.000$ para kazanacak ve bu adam yine 5.000.000$ yatırım yapabilecek. Yani ekosistemleri daha da güçlenecek. Bu çıkışlar, halka açılmalar vs. bizde yok. Olmayınca da büyüyüp gelişemiyor ekosistem. Dolayısıyla kapital anlamda değerlendirirsek yatırımcı orada daha fazla tabii ki. Ayrıca ekosistemin ilk dönemindeki başarılı girişimcilerimiz Pozitron, Yemeksepeti, Gittigidiyor VC fonlaması almadan bu işleri başardılar. Dolayısıyla o hikayelerden önemli çıkışlar yapan melek yatırımcılar olsa da yerel VC’ler yok. Şu anda yavaş yavaş ikinci dönem fonlar kuruluyor. Dolayısıyla bu birazcık zaman işi. Girişimci tarafında söylediğim şey şu; global vizyonlu, uzun soluklu düşünen, disiplinli ve odaklı girişimci sayımız gelişmiş ekosistemlerle kıyasladığımızda az.

Sizce Türkiye’de girişimcilerin kendini anlatamama sorunu var mı?

Kesinlikle var. Yine tabii işin peak noktası olan Amerika ile kıyaslayacağım ama Amerikalıları bilirsin, 4 yaşındaki çocuğun Youtube videosunu veya TV programlarını izlersin; büyümüş de küçülmüş gibi konuşur, takır takır anlatır kendini, çekinmeden büyük bir özgüvenle vs. Yetiştiriliş tarzları öyle. Bizde bu pek yok, kendini sözlü veya yazılı iyi bir şekilde ifade etme durumu çok sık görülen bir karakteristik özellik değil. Ben mesela diyorum ki girişimcilere bana çok kısa bir şekilde neden sizinle işbirliği yapmalıyız yazın. Kısadan kastım 4 cümle aslında. Çünkü ben bunu birilerine yönlendireceğim ve o kişi sıkılmadan okuyup hemen mevzuyu anlayıp gerekiyorsa harekete geçmeli. Ama gelen yazı 4 paragraf oluyor. Özellikle doğru, vurucu, kısa ve net anlatamama durumu bizim büyük bir problemimiz. Bu konunun kesin geliştirilmesi lazım.

Son olarak girişimci ya da girişimci adaylarına vereceğiniz tavsiye ne olurdu? Bunu bir kuluçka merkezindeki bir yönetici olarak cevaplarsanız sevinirim.

Girişimciliği ciddiye alan insanlara bir startupta çalışmasını ve orada başlamasını tavsiye ederim. Oyunu içeriden gördüğünde sevip sevemeyeceğini, yapıp yapmayacağını daha iyi anlıyorsun bence. Kurumsal hayattan da geliyor olabilirsin. O tecrübe ve network de faydalı olabiliyor. En önemli tavsiyem kendini gerçekten tanımalı ve dünyayı takip etmeliler. Dünyayı takip ettiğin zaman kimlerle mücadele edeceğini görebilirsin.

En iyi girişimcilerin birkaç ortak özelliği olabiliyor. Genelde işin peşinden deli gibi azimle koşma, hızlı hareket etme, odaklanma, pes etmeme gibi özellikler diyebilirz. Bu meziyetlerin olması lazım bir girişimcide.

Son bir şey daha söyleyeyim. Fikre, projeye değil probleme odaklanmak önemli. Problem ne kadar büyük, ne kadar gerçek ve ne kadar sık yaşanan bir problem diye iyice düşünülmeli ve valide edilmeli.